Kendisi olmayan bir kadın
Bir kadın.
3 çocuklu bir ailenin 2. kızı.
Yeşil gözlü, sarışın, boylu poslu, yanaklarında gamzeleri var.
Bir kadın.
Hık demiş babasının burnundan düşmüş.
İstanbul’un, henüz motorlu araçlarla işgal edilmediği, plajlarından denize girilen, mehtaplı gecelerde sandallarda şarkılar söylenen günlerinde büyümüş bu şehirde.
Bir kadın.
Yaşadığı dönemin en güzel kadınlarından biri olsa da bunun farkına varamamış.
Ablası çalışkan olanmış,
Ablası güzel olanmış,
Ablası ilk çocukmuş,
Makbul olanmış.
Küçüğü, oğlan ise cinsiyeti sayesinde asıl en makbul olanmış.
çocuğu erkek doğdu diye kurbanlar kestirmiş anne,
40 gün boyunca dualar okutmuş evinde.
Oğlan bebeklikten çıkıp çocuk olunca, yemeğin en güzel kısmı hep ona ayırılmış, iltifatların en büyükleri hep ona söylenmiş. İlk kızı ve ilk oğluna bayılan anne, konu ikinci kızı olduğunda burun kıvırmış.
İşte böyle böyle büyümüş bir kadın.
Okulda vasat, güzellikte vasat, sevilmede vasat hissederek kendini.
Genç kızlık çağının ortasında göz kamaştıracak kadar güzelmiş.
16 yaşına erdiğinden itibaren eve türlü görücüler gelmiş.
Hep onu istemişler.
Kız neden ablasını değil kendini istediklerini pek bilememiş.
yaşını sürerken gelen görücülerden biri dalyan gibi bir subaymış.
İnce, uzun, okumuş, görgülü, köklü bir ailenin evladıymış.
Boyu uzun diye sevinmiş kız.
Onun eşi olmayı kabul etmiş.
Evlenmişler.
Uzun adam ve güzel kadın 50 sene boyunca saygılı ve sevgili bir evlilik sürdürmüşler.
İki çocukları olmuş,
İkisi de zor çocuklarmış.
O kadın,
Bana bunları 68 yaşından anlatırken hala gözleri doluyor.
Annesinin kendisini değil, ablasını daha güzel, daha çalışkan diye andığını anlatırken içindeki 9 yaşında kalmış kız çocuğu ortaya çıkıyor.
Seneler önce kaybettiği annesine sitem ediyor.
Babasına sitem ediyor.
Şimdi,
Onlar öleli çok olmuşken ancak…
“Biz hiç mutlu olamadık” diyor bana
“Hep elalem ne der” diye düşündük
“Hep, kadın böyle olur” dendi bize ona uymaya çalıştık…
Diyorum ki: “Ne istediği belli olmayan, sayısız elalemi düşünerek yaşamak zor değil miydi?”
“Zordu” diyor. “Hala zor, ama biz böyle büyüdük, nasıl başka türlü olalım ki…”
Eş olarak, anne olarak, abla olarak, anneanne, babaanne olarak geçirdiği; bunların ötesinde kendi nerede başlıyor, nerede bitiyor bunun üzerine pek düşünmediği bir hayatın son demleri bu.
Herkesin her daim mutlu, sevinçli, uyumlu olmasını isteyen, konforsuz duyguları yok saymaya alışkın bir aile sisteminden geliyor. Konfor alanından dışarı, kadın başına adım atmaması o çok küçükken garantiye alınmış.
Kocası öldükten sonra çok istese de oturduğu evi değiştirememiş,
Kocası öldükten sonra, bankada ona bir ömür yetecek parası olmasına rağmen kendini maddi olarak güvencede hissedememiş,
güçlü hissedememiş,
becerikli hissedememiş,
kendi sınırlarını bilip de onları koruyup ortaya koyamamış…
Erkek kardeşi ve damadının kendisine yönelik eleştirilerini dinliyor sabırla.
Ses etmiyor, üzülmesinler diye.
Onlar tarafından yönetilmeye razı oluyor,
Yaşı hepsinden büyük olsa da onları kendinden daha saygın, büyük, isabetli, bilge bulmuş bir kadın.
Erkek oldukları için.
Sadece.
Kendisi olmayan kadınlar silsilesinin bildik, tanıdık bir ferdi bu kadın.
Herkesin her şeyi olmuş,
Herkesin her ihtiyacına koşmuş,
Fazlasıyla iyi bir anne,
Fazlasıyla iyi bir aşçı,
Fazlasıyla iyi bir gelin,
Fazlasıyla iyi bir komşu,
Fazlasıyla iyi bir elti,
Fazlasıyla iyi bir anneanne,
Fazlasıyla iyi bir Atatürk kadını olmuş.
Hep.
Bir tek,
Kendi olmayı bilmemiş.
Kendi,
Kalbinin arzusu ne imiş?
Hayata vereceği biricik hediyenin ne olduğunu arayıp bulmamış,
Bütün rolleri, etiketleri, toplumsal beklentileri kaldırdığında, geriye kalan ne imiş, bilememiş.
Bir kadın.
Şimdi dönüp yaşadığı hayata bakıyor.
“Biz hiç mutlu olmadık” diyor…
Herkesi mutlu etmek için hayatı boyunca didinmiş,
Kendisi olmayan bir kadın.
https://hthayat.haberturk.com/yazarlar/damla-celiktaban/1072872-kendisi-olmayan-bir-kadin